Köy Enstitülerini Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği

KAVEG

“Aşık Veysel ve Leylekler” / Hasan Ayhaner

AŞIK VEYSEL VE LEYLEKLER

Büyük halk ozanımız Aşık Veysel’in önceki şiirlerinde turnalar,keklikler,kınalı kuşlar,çicekler ve daha nice varlıklar yer alır.Leyleklerden söz etmediği görülür.Çifteler Köy Enstitüsü’nde saz bağlama öğreticisi ve halk türküleri öğretmeni olarak çalıştığı 1943-1944 yıllarında okul kütüphanesinin iç odasında,özel bir odada konuk olarak kalıyordu.

Aşık Veysel ve yanında yardımcısı İbrahim Efendi’nin kaldıkları oda ve kendilerine bakma sorumluluğu ,Okul Müdürü’müz M.Rauf İNAN ve okul idarecilerince,kütüphane görevlisi olan bana verilmişti.Aşık Veysel ve yardımcısıyla her karşılaştığımda çeşitli konular üzerinde karşılıklı tatlı konuşmalar,sözlü anlatımlar yanısıra, zihninde kurguladığı şiirleri yazdırma işlerini de severek yapardım.

1944 Nisan ayı son haftası soğuk,kar,yağmur ve fırtınalı geçiyordu.Hamidiye köyü ve okul çayırlık alanında,Seydi suyu kenarlarında ıslanan üşüyüp soğuktan buyan leylekler ölmesin diye Müdürümüz Rauf İNAN’ın buyruğuyla bütün öğrenciler topluca leylekleri inek ahırlarımıza getırdik.Leylekleri toplayıp getirme olayına başından sonuna dek ben de katıldım.Hasta ve yürüyemeyen,sürüye uyamayan bir leyleği de kucağımıza alıp bir iki arkadaş el değiştirerek leylek sürüsü ile birlikte ahıra soktuk.Leyleklere bir hafta kadar, soğuklar gecinceyedek bakıldı.Hemen her gün ahır yakınında içeriyi, onları izlerdik.

Leylek olayı Aşık Veysel’i de etkilemişti.Leyleklerin inek ahırlarına konmasından 2-3 gün sonra,bir gün kütüphanede çalışırken Aşık Veysel beni yanına çağırdı.

Bana:”Oğlum Hasan ben bugüne dek hiç leylekle karşılaşmadım.Her kuşa ait sezgim,bilgim,tahayyülatım (tasarlama gücüm) var ama,leyleği kesinlikle bilmiyorum.Ne olur,beni leyleklerin toplu bakıldığı ahıra götür.Bir tanesini tut,benim kucağıma ver de ben de leyleklerle tanış biliş olayım” dedi.Bu merak ve isteğe ben de sevindim.Öğlen yemek arasında Aşık Veysel’in koluna girip leyleklerin barındığı ahıra geldik.Gözleri hiç görmeyen Aşık Veysel hiç tanımadığı leyleklere yakın olmanın heyacanını yaşıyor ve bunu çok belli ediyordu.

Aşık Veysel i ahır kapısı boşluğunda bir sandalyeye yerleştirdik.Ben içeride sürüden görkemli bir leylek seçtim,tuttum.Leyleklerin üstleri kuruydu,beslendikleri ve korundukları için iyi ve mutlu görünüyorlardı.Getirdiğim leyleği Aşık Veysel’in kucağına koydum.Görmemesine karşın kucağını dolduran ve oldukça iriliğini ağırlığını kollarıyla hissedince önce bir ürperir gibi oldu. Aşık Veysel elleriyle leyleği çekine çekine yokladı, sevmeye başladı.Soluk hışırtılarıyla adeta leylekle konuşuyor gibi oluyordu.Bu arada leyleğin boynunu yakaladı.Bir elinin avuç icini sazın kolunda gezdirir gibi yukarıya uzattı,leyleğin gagasına getirdi.Elleriyle leyleğin boynunun ve  artı gagasının da uzunluğunu anlayınca bana döndü

“Ule!… ule!… ule!…Hasan bu boyundan sonra gagasıda ne kadar da uzunmuş derken,leyleğin boynunu,başını,gagasını birkaç kez daha yokladı.Sonra,usluymuş,sakin duruyor, ben bunu çabalama zorluğu gösterecek sandım” dedi.”Bu uzun gaga ile sulardan,göllerden,bataklıklardan çayırlardan,kurbağa,çekirge,balık yavruları,su böcekleri mi topluyor?”diye sordu.

Aşık Veysel,oturduğu sandalyeden leyleğin aşağı sarkan bacaklarını elleriyle aramaya başladı.Aşağıya doğru ellerini saldı saldı ne kadar eğilebildiyse de leyleğin uzun bacaklarının,ayak paçalarına erişemedi.

Espirisi bol olan Aşık Veysel,”Uleh uleh uleh, oğlum Hasan nerede bu hayvanın bacaklarının sonu? Pençelerine ayaklarına erişmek için sandalyaden kalkıp yere mi eğileceğim ?” dedi.Yanımızda olan leyleklerin bakım sorumlusu arkadaşlar gülüşerek :”Aşık amca senin kolların kısa,onun da bacakları uzun,sandalyede otururken onun ayak uçlarına dokunamazsın.”dediler.

Aşık Veysel’in ayak bacak ararken düşmemesi için ben leyleği kucağıma aldım,ayağa kalktım.”Aşık Veysel Hocam,şimdi benim kucağımdaki leyleğin ayaklarını yokla bakalım,deyince leylek ayaklarına erişti.”Breh! Breh! Breh! Neymiş böyle uzun bacaklar.” derken leyleğin ayak tırnak pençelerini de parmaklarıyla ince ince yokladı.”Vallahi aşkolsun Tanrı’ya. Bu uzun bacaklar, bu uzun gaga, bu ağır gövdeyle nasıl uçuruyor bu hayvanı.Bu leylekler bahar ve yazda bizim ülkemizde yaşarken ,havalar soğuyunca güzün dünyanın öbür ucunda uzak ülkelere ucsuz bucaksız denizleri aşıp nasıl gidiyorlar? Hayret doğrusu…Ver şu uslu güzel garip dudaklarımızın öpücük sıcaklığını gittiği ülkelere götürsün” dedi.Leyleğin kafa, gövde ve kanatlarını severek yerine bıraktık.Daha sonra orada biz öğretmen adayı öğrencilere doğru döndü, mutlu, deneyli, sevinçli bir öğretmen, öğütlü bir baba sesiyle:”Beni çok sevindirdiniz,hayatta hiç bilmediğim,merakta kaldığım leylek varlığı, bu aziz  hayvanı,bilgime,zihnime,belleğime yerleştirdiniz.Hepsinden öte onların ölmesini önlediniz,ölümden dönmelerini sağladınız.Hani siz öğretmenlik derslerinde öğrenmek için görmek elle dokunmak,tutmak duymak düşünmek, bizzat yaşamak,yaşatmak,yaparak yaşayarak öğrenmek gerekir diyorsunuz ya ben de bilmediğim göremediğim leylekler konusunu sizler, öğretmenler yoluyla öğrendim.Belleğime aldım.Bundan sonraki şiirlerimde, sözlerimde,sazımın telleri ve sesimde sizler ve leyleklerde olacak ve yaşayacaksınız.Sağolun”  derken ahır dolusu leyleklere de  el sallayarak okul kütüphanesi içindeki konuk odasına döndük…

10.07.2005

Hasan AYHANER

Emekli Öğretmen Eskişehir

 

AŞIK VEYSEL ÜZERİNE TUTUĞUM NOTLAR

“Ben gözümle değil,gönlümle görürüm” diyen koca büyük halk ozanı Aşık VEYSEL gerçek halkın öz duygusunun en temiz sesi ak, berrak sözü, nağmeleri, yüce gönlü, sazı ile birlikte bütünleşen milletçe yüreğimize seslenen en güçlü en unutulmaz halk ozanımızdır.

Aşık Veysel o halk şairleri –ozanları- yıldızlar topluluğunun en parlak ışık vereniydi.İçinde bulunduğumuz 21-20. Yüzyılımızın en usta en yüce doruğunda görünen büyük Türk ozanıdır.Tanımı, tarifi ve övgüsü zor yapılabilen, üstün değerler taşıyan büyük halk ozanımızın yanında az bir zamanda olsa onu görerek yaşamak onunla birlikte olabilmenin tadını yaşadık, mutluyuz.

Halk ozanımız ,Aşık Veysel’in sevenleri tanıyanları ve edebiyat dünyası büyükleri 1952 yılında İstanbul’da buyuk bir jübile yaptılar.Değeri ve kişiliğini tanımayanlara, bilmeyenlere öğretilmeye ,bilenler içinde bilme tanıma mutluluğunu paylaşmak için toplanıldı.Bu jübilede Aşık Veysel kutlandı.Onu sevinçle,övünçle anıyoruz

1965 yılında Türkiye Büyük Millet Meclisinde Aşık Veysel için özel bir yasa çıkarılarak ana dilimize milli birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı kendisine “Vatana Hizmet Maaşı” bağlandı ve madalyası verildi.

21 Mart 1973 Çarşamba günü sabah seheri uç verip gün aydınlığa dönerken bir koca  ulu Veysel 79 yıl yürüdüğü uzun ince bir yolun sonuna menziline varmıştı.

Yar yar yarab!… diyen sesi ve sazının ezgilerinde dile gelen yüce varlık Allah’a ulaşırken iki kapılı bir handa yani bu cihanda yürüyorum gündüz gece, uzun ince bir yolda yaşam yolunun son kapısında dostlar beni hatırlasın dedi ve hepimize el salladı, 21 mart .1973 Çarşamba günü uçtu gitti.

28.Mart 1973 Çarşamba ölümününden bir hafta sonra, Eskişehir,Süleyman Çakır Kız Öğretmen Okulu ve Eskişehir Eğitim Enstitüsü bütün öğrencileri, öğretmenleri, yönetici ve veliler okul salonunda  Aşık Veysel’i anma toplantısı düzenlediler. Anlamlı konuşmalardan sonra öğretmenlerimiz Aşık Veysel’in şiirlerinden bir demet okuduktan sonra okul korosunca Aşık Veysel’den deyişler halk türküleri söylenerek anıldı.

Sonraki yıllar ve bugünde büyük ozanımız Aşık Veysel’imizi tekrar anmakla kıvaçlıyız. O’na ve sizlere saygılarımla.

 

16.05.2005

Hasan AYHANER

Emekli Öğretmen

Eskişehir

 

  *İzinsiz alıntı yapılamaz, kopyalanamaz, yayınlanamaz.

 

“İki Anı” / Mehmet Ali Küçükkayıkçı

YÜCEL VE TONGUÇ İLE İLGİLİ İKİ ANIM

1945 Yılında Hasanoğlan Köy Enstitüsü’nden mezun olduk. Köyümüze ekonomik nedenlerden olacak kasım ayı içerisinde ancak ulaşabildik. Enstitüde köye dönmeyi beklediğimiz bu süre içinde üç arkadaş İlköğretim Genel Müdürü İsmail Hakkı TONGUÇ’u sınıfımıza davet ettik.Genel Müdür bir akşamüstü sınıfımıza çıkageldi.Köye ulaştığımızda karşılaşacağımız sıkıntıları anlatmaya başladık.Bütün söylediklerimizi dikkatle dinledi ve cevaben:

“Çocuklar siz köye at,araba,pulluk gibi araçlarla gideceksiniz.Bu sıkıntıları ömür boyu çekmeyeceksiniz. Siz bu geçim araçlarıyla onlara örnek olacaksınız.Biz ne kadar köylümüze modern araçlarla çiftçilik yapın dersek diyelim onlar yine saban,kağnı ve bunları taşıyan hayvanlardan vazgeçmeyeceklerdir.”dedi.

Genel Müdür’ümüzün dediğini köye götürdüğümüz araçların sonuçlarını gördükçe daha iyi anlamaya başladık. Üç aya kalmadan 2000 nüfuslu köyde at, araba ve pulluk sayısı gittikçe artmaya, sokaklar araba sesiyle çın çın çınlamaya başladı.Saban yerine köyde herkes pulluk kullanmaya başladı.İleriki yıllarda köy muhtarlığı arşivinde  elime geçen evraktaki ifadeler bizim yaşadıklarımızın da bir belgesiydi.1934 yılında köy muhtarı Atatürk’e kadar şikayet edilmiş, Atatürk’te köye bir mülkiye müfettişi göndererek tahkikat başlatmıştı.Müfettiş yaptığı tahkikatın sonucunda köyün sosyal durumunu raporuna şöyle kaydetmişti:

”Cumhuriyet kurulduğundan beri köyde hiçbir ilerleme olmamıştır.Kullandıkları tarım araçları hala çok ilkeldir,kağnı,saban ve öküz…”

Yine Köy Enstitüsü’nde öğrenciyken eğitmen kursiyerlerinden İsa BAŞKAYA sıtma hastalığının ağır ateşine dayanamayıp hayatını kaybetmişti. Olayı duyan Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL eğitmenin toprağa verilişi sırasında hemen okula geldi.Okul bütün ağırlığıyla orada hazırdı.YÜCEL eğitmenin mezarı başında Köy Enstitülülere şu konuşmayı yaptı:

“Ademoğlu çocuklarım,İsa Başkaya’yı toprağa düşüren Malarya Tropika parazitini insandan insana  taşıyan sivrisinek bataklık yerlerde yaşar. Köylere gideceksiniz. Sivrisineklerin yaşadığı bu bataklıkları köylüyle işbirliği yaparak kurutacaksınız. En verimli çağında aramızdan ayrılan İsa Başkaya gibi binlerce insanımızı bu felaket hastalıktan siz kurtaracaksınız dedi ve ekledi: Ferhat’ın Şirin adında bir sevdiği varmış.Aşılması mümkün olmayan dağın arkasında bir türlü sevdiğine kavuşamayan Ferhat sevdiğine ulaşmak için kazma ve kürekle dağı delmeye başlar.Oradan geçenler  dağı niçin kazdığını sorarlar. Kanter içindeki Ferhat dağın arkasındaki sevdiğine kavuşmak için dağı deldiğini söyler.Ona bu dağı delmeye ömrünün yetmeyeceğini söylerler.Ferhat da: Benim idealim bu yolda ölmektir der.

Çocuklarım, bizim idealimizde O’nun yolunda ölmektir. O dediğim Türkiye Cumhuriyeti’dir” diyerek konuşmasını bitirdi.

Bu iki büyük insana ait iki anım yıllarca belleğimden hiç silinmedi.

 

Mehmet Ali KÜÇÜKKAYIKCI

Hasanoğlan Köy Enstitüsü  1945 Mezunu

 

*İzinsiz alıntı yapılamaz,kopyalanamaz,yayınlanamaz.

 

Sergi: Düşünen Tohum Konuşan Toprak

Değerli Dostlar,

Suna İnan Kıraç Vakfı İstanbul Araştırmaları Merkezi, İsmail Hakkı Tonguç Belgeliği Vakfı işbirliği ve Derneğimiz KAVEG’in desteği ile fotoğraflar, arşiv belgeleri, kişisel eşyalar tanıklıklarla bir sergi düzenlenmiştir.

KAVEG sergiye kişisel eşyalar ile destek vermiştir. Ayrıca, Dernek Başkanımız Prof. Dr. Güler Yalçın Danışma Kurulu’nda yer almıştır. Devamini oku

80. Kuruluş Yılı Kampanyası

KÖY ENSTİTÜLERİNİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİMİ GELİŞTİRME DERNEĞİ-KAVEG, 2003

KÖY ENSTİTÜLERİMİZİN 80. KURULUŞ YILINDA

Salgın bizi kışkırttı, biz de yıllardır düşlediğimiz işe girişiyoruz!

DÖRT KOLDAN KÖY ENSTİTÜLERİ YENİDEN!

KIR VE KENTTEKİ YENİ EĞİTİM VAHALARINDA

YENİ OLANAKLARLA

UZMANLAR, GÖNÜLLÜLER VE DESTEKÇİLERİMİZLE

Doğaya, Tarıma, Özgürlüğe Dönüşü Başlatıyoruz!

  • Kırlarda: Tarım kooperatifleri ve köy enstitüsü ilkeleriyle eğitim birimleri, işlikler, tarım alanları kuruyoruz,
  • Kentlerde: Eğitim kooperatifleri ve interaktif eğitim müzeleri/etkinlik merkezleri açıyoruz.

Nasıl yapacağız?

Köy Enstitüleri’nin fikri temelini Atatürk attı, H. Ali Yücel,

İ. Hakkı Tonguç gönül verdi, tasarladı, kurdu, ruh verdi.

Yeni kır ve kent eğitim vahalarını şimdi, güncel kavramlarla

yeniden tasarlayıp, yeni bir ruh vereceğiz!

Gönüllülerimiz, uzmanlarımız ve destekçilerimizle

ele ele, kafa kafaya, yürek yüreğe!

 

Kırlarda; eğitim yerleşkeleri için tarla/arsa,

Kentlerde; interaktif müze/etkinlik merkezleri için

uygun yapılar arıyoruz,

  • Çabalarımızı yoğunlaştıracağımız pilot bölgelerimizi belirliyeceğiz.

Nasıl devam edeceğiz?

Uzmanlarımız, gönüllülerimiz ve destekçilerimizle;

  • İnternet üzerinden iletişim kuracağız, salgınla başa çıkılır çıkılmaz yüz yüze görüşmelerden sonra projemizin planını yaparak
  • İşe girişeceğiz.

Rehber kavramlarımız neler?

  • Tasarım odaklı düşünme (design thinking)
  • Eğitim4.0
  • Tarım4.0
  • Sürdürülebilir tarım (agroekoloji)

 

Sloganlarımız neler?

Uzmanlarımız, gönüllülerimiz ve destekçilerimize sesleniyoruz;

·  Sen el ver köyler canlasın!

·  Sen el ver kentler kültürle donansın!

 

Bak tana, 80 yıldır ışığı ile aydınlatan güneş yeniden doğacak…

Bak şafağa, köy enstitüsü ruhu ile hazırlayalım çocuklarımızı yarınlara!

Ortak bir potada birleştirelim elimizdekileri,

Parayı, gıdayı, her şeyi…

Bir zamanlar deneyip başardılar,

Birbirimize kenetlendiğimiz ölümsüz bir demokrasiyi,

İşte bizi buraya getiren böyle bir söz.

 

Nasıl Haberleşeceğiz?

Aşağıda verdiğimiz eposta adresi üzerinden,

projelerimiz için ne yapabileceğini bildir,

KAVEG çatısı altında organize olalım hayatı değiştirelim!

İletilerinde konu başlığına “ke destekçi” “ke gönüllü” “ke uzman”

yazmayı sakın unutma!

Kampanyaya katılım süresi: 17 Nisan 2020-23 Haziran 2020

eposta: kavegder@gmail.com

www.koyenstituleriegitim.org

twitter: @koy_aras

Instagram: koyenstitulerini

facebook: KAVEG KÖY ENSTİTÜLERİNİ ARAŞTIRMA VE EĞİTİMİ GELİŞTİRME DERNEĞİ

YouTube: KÖY ENSTİTÜLERİNİ ARAŞTIRMA VE

EĞT GELİŞTİRME DRN